9 Eylül 2017

MÜLAKAT SONRASI YAŞANAN ÇİLE

      
     Birçok ilana başvurduktan sonra birkaçından gelin görüşelim şeklinde geri dönüşler alan bizler heyecanla bu teklifleri kabul ediyoruz. Uygun gün ve saati belirleyip beklemeye koyuluyoruz. Tabi bu bekleme sırasında heyecan normal seviyenin üstünde ve olası mülakat soruları için beynimiz gece bile çalışır vaziyette oluyor. Bunların yanına bir de ne giysem, nasıl gitsem gibi düşünceler de geliyor.   
  
     Tüm olası en kötü senaryolar yazılmaya devam ederken mülakat günü gelip çatıyor. Tabiri caizse jilet gibi giyinilip mülakat yerine gidiyoruz. Ve sonra… Gelen IK kişisi ya da bazen her ne görevde olduğunu tam olarak bilmediğimiz bir zamanlar bizim gibi yeni mezun olan ve aynı yollardan geçmiş abi veya ablamız ile görüşmeye başlıyoruz. Görüşmenin sonunda genelde iki duygudan biri ağır basıyor. Bunlardan ilki “ya sıçtım çok kötüydü, kabul edilmedim” diğeri ise “ olumlu geçti galiba , güldük eğlendik sevdi beni”. Çıkarken akıllarda yalnızca şu istek var ama, LÜTFEN OLUMSUZ DA OLSA HABER VERİN. Çünkü insanlık bunu gerektirir.

     Bir o kadar görüşmeye gitmiş ve olumsuz olan (en azından aramadıkları için benim öyle düşündüğüm) hiçbir firmadan geri dönüş almamış ve her firmadan bunu görüşme sonunda rica etmişken ve hepsi de elbette ararız sizlerde iş arıyorsunuz sizi mağdur etmek istemeyiz derken elimdeki skor hala koca bir sıfır… Nerde kaldı vaatler, nerede o verilen sözler?? Eliniz bağrımızda, gözümüz telefonda, her çalışında yüreğimiz ağzımızda beklemeye devam ettik. Birkaç gün ve birkaç gün daha… Yavaş yavaş ümitler kesildi ve hayaller sulara düştü. O iş olmamıştı canım, unut artık sen onu.

     Tabi firmalarımızla empati de kurmak lazım biraz. 100 kişi ile görüşmüş olabilirler. Sekreterlerine bizi aratıp 35 sn sürecek bir konuşmayla (hadi ona tuşlama kapatma süresi ile 60 sn diyelim) haber vermek çok fazla zaman kaybı. Düşüncenize 100 dk meşgul olacak bir sekreter… Aynı gün içinde yaparsa tam 1 saat 40dk, eğer haftaya bölerse 5 günden 20 dk. Ne çok zaman kaybı. Bizim beklentilerimiz bunların yanında tabi ki bir hiç olarak kalıyor. Tabi toplu mesaj çekmek falan da çok zor, sonuçta bir sms kaç para yani…



     Buradan kıymetli zamanlarını biz iş arayanlara ayıramayan firmalara teşekkürler ediyor, onları öpüyoruz. 
    

15 Haziran 2017

BİR ŞEHİR


     Bir şehir düşünün. Her fırsatta şikayet ettiğiniz bir şehir… Kaçıp gitmeyi dilediğiniz bir şehir… Ait olduğunuzu hissetmediğiniz bir şehir… Kalabalıklar arasında yabancılaştığınız anlarda sanki nefes alamıyor gibi inşaların bakışlarından ve bıkkınlıklarından boğuldunuz anlar oluyor. Mecazi bir boğulmak değil bu gerçekten ciğerlerinize nefesin gitmediği ya da az gittiği bir sıkışıklık anı. Öyle ki öksürmek fayda etmiyor, derin nefes almak bir tık rahatlatıyor fakat hiçbir şey tam olarak nefesinizin içinizde akmasını sağlamıyor. Neden böyle, ne yapmalıyım, nasıl olacak, nasıl varacağım nasıl gideceğim, nasıl yaşayacağım???  Ardı arkası kesilmeyen sorular ve her boşlukta kendinle yaptığın kısır bir iç muhasebe. Ve tüm bunların yanında kendinizi bazen bu şehre hayran hayran bakarken bulduğunuz anları düşünün. Nedir bu çelişkinin sebebi? Kendi ruhsal dengesizliğiniz mi yoksa şehrin dengesizliği mi?

     Bir gece yarısı şehrin bir kıtasından diğerine geçerken o büyük köprülerde kendini bakmaktan alıkoyamadığın o güzel manzara ne? Şehrin uykuda gibi görünmesi mi sana huzur veren? Denizin o karanlığı, suların durgunluğu mu?  Yoksa ışıkların birer nokta olarak parlaması ve yıldızları andırması mı? Benim için belleğime en ince ayrıntıları ile fotoğrafladığım o an mükemmel bir karesi o şehrin.

     Sadece gecesi değil elbette aklımı karıştıran ve beni çelişkilere sürükleyen. Gündüzleri de var bu şehrin. Vapur sesleri ile süslenmiş öğlenleri, akşamüstüleri… Martıların eşlik ettiği bir on dakikalık mola. Bir o kadar kalabalık ve bir o kadar yalnız. Bir o kadar gürültülü ve bir o kadar sessiz. Kimi zaman ekmeğini paylaştığın, kimi zaman mutluluğunu paylaştığın ve kimi zamanda hüznünü paylaştığın o martılar, martıların denizi ve denizin vapuru. Herkesin bu şehir ile ilgili sevdiği harika üçlü. En az Ranu, ben ve tramvay kadar harika bir üçlü.

     Bunları okuduktan sonra düşünmeyin ki şehri güzel yapan denizi. Denizden alakasız bir yer düşünün. Ayaklarınızın bazen geri geri gittiği sabahın köründe kalkıp gitmek zorunda olduğunuz o güzel yerleri düşünün. Mecburiyet ve sorumlulukların altında, kalabalık toplu taşıma araçlarında o yerlere doğru gittiğinizi düşünün. Orada tüm o telaşlı ve mutsuz yüzler arasında bir an geliyor ki bir güneş ışığı gözünüzün içine kaçıveriyor. Kulaklığınızdan size eşlik eden şarkı bir tık daha anlamlı hale geliyor. Dışarı baktıkça güneş hem sizi hem de içinizi ısıtıyor. Güneş yükseldikçe kanınızdaki mutluluk hormonu da yükseliyor. Yüzünüzde bir tebessüm yaratıyor. O tebessüm belki başkalarına bir tebessüm oluyor ve çoğalıyor.

     İçinizi ısıtan güneşin bir de batışı var. Onunla birlikte gitmesine izin verdiğimiz yorgunluklarımız ve hüzünlerimiz var. Ağır ağır batıp gökyüzüne turuncusundan pembesine renk verdikçe içimizde ki soğuk mavileri ısıtıyor ve yerine güzel renkler, belki geçici ama tatlı izler bırakıyor.


     Tüm bunlardan sonra bu şehri tekrar düşünün. Gerçekten bu şehir insanı mutlu eden bir şehir mi yoksa kaçıp gidilecek arkada bırakılacak bir şehir mi?

1 Haziran 2017

İŞ HAYATINA MERHABA


     Mezuniyetin gelmesi ile başlayan iş arama merasimlerinden birisi olumlu sonuçlandı ve işe başladım. Üniversiteyi okurken hep böyle bir iş hayal etmiştim. Tam bir “dream job” . Mühendisler için söylenen ilk iki yılı atlat gerisi kolay miti ile bir yerden başlamam gerektiğini düşünerek kabul edip başladığım bu iş (kabul ettiğim değil de edildiğim desek daha doğru olabilir) evime yaklaşık bir buçuk saat uzaklıkta. Yani günde minimum 3 saatimi yollarda harcayacağım bir iş. Aynı zamanda İstanbul’un gözde semtlerinden olan Başakşehir’deyim. Sanayi ben, ben ve sanayi. İlk staj deneyimimi gerçekleştirdiğim bu sanayiye geri dönmek oldukça garip bir duyguydu. Sanki kaderim burada çizilecekmiş gibi hissettim. Bu bir tesadüf olamamalıydı.. Muhtemelen tesadüf değildi. Neyse.

     Gün içinde bolca boş vaktimin olduğu yarı sekreter yarı mühendis işime gireli 1 ayı geçtik. Maaşımı alacağım anlayacağınız. Bazen oturup pozitif ve negatif taraflarını yazmayı düşündüğüm bir iş. Getirisi ve götürüsü ne emin olamıyorum. Bir gün bakıyorsun çok seviyor bir gün bakıyorsunuz port diye bakıyorum. Çekilmez bir kadın oluyorum yine. Peki ilk zorluklar nelerdi benim için?

     Birincisi uykusuzluk. Başlardaki en büyük problemdi sanırım. Günde en az 8 saat uyumaya çalışan ben bir anda sabah 6’da kalkmaya başlar oldum. 8 saat uyumam için saat 10’da uykuya dalmam gerekiyordu. Keza (ilk defa yazıyorum bu kelimeyi, havalıı) uyudum da hatta saat 9’da bile uyuduğum günler oldu ilk hafta. Geliyor, pijamalarımı giyiyor, yemek yiyor ve yatıyordum. Evdeki bireylerden yüzünü görmediklerim oluyordu. Kalabalık olunca çok herkesi göremiyorsun sanırım. Neyse ki uykusuzluğa vücudum zamanla adapte oldu. Yani en azından ilk hafta gibi değil.

     İkincisi sanayi sitesinde çalışmak. Bunda abartılacak ne var demeyin çalışmadan anlayamazsınız. Bir kadın görmek, bir çift sohbet etmek, otobüste bir kadın ile oturmak.. Nerde o eski günler de diyemeyeceğim çünkü okul hayatımda bunun bir başka rengiydi. Tabi sanayide ek bazı durumlar oluyor, bunları daha önceki yazımda ayrıntılı olarak anlamıştım.

     Üçüncü olay yemek problemi. Bu herkes için problem  olmaz muhtemelen ama oyuncak gibi bir mideniz varsa yediğiniz her şey dokunabiliyor ve bu da sizi epey zorlayabiliyor.

     Dördüncüsü sosyal yaşam. Benimki komple bitti mesela. Siz siz olun cumartesi akşama kadar çalışmayı kabul etmeyin. Çünkü pazar varla yok arası bir gün oluyor,  ne gezebiliyor ne kendinize zaman ayırabiliyor ne de arkadaşlarınızla görüşebiliyorsunuz hele erkek arkadaş olayı da girince programlanan bir pazar günü yaşıyorsunuz. Hımm sabah evdekilerle kahvaltı, öğlene doğru sevgilimle buluşsam sonra bestiemle bir çay içsek aa kuaföre de gitmem lazımdı yaa bilmem nerden arkadaşım gelmiş onu da göreyim ee çocukluk arkadaşımın da düğünü varmış… Ya ışınlanmayı bulun ya da beni klonlayın başka sözüm yok.

     Beşincisi iş yeri arkadaşları. Eğer ki ofiste siz ve patronlarınızdan başka çalışan varsa şanslı sayılırsınız konuşacak birileri vardır demektir. Peki ya yoksa? İşte o zaman bazı yolları denemek lazım. İlki gün içinde mevcut eş, dost, akraba ve arkadaşlarla iletişimde olmak. Efenim sabah mesajlaşmalar, öğle arasında aramalar, çay molasında snapleşmeler vs. Tabi bir an geliyor bu şekilde olmuyor onlar meşgul olabiliyor ve bir face to face tadını vermiyor. O zaman diğer yöntem etraftaki potansiyelleri araştırmak oluyor. Yan ofis olur onun yanı olur yanının yanı olur. Yemekte tanışmalar falan. Bunlar da sanayide pek verimli sonuçlar vermedi ne yazık ki. Yemekte biri ile tanışmakmış pehh. Oturup yemek yiyemiyorsun.. Neyse diğer bir yol olarak otobüste arkadaş edinmek. İlk haftadan itibaren denkleşip geldiğin oldukça uzun yol gidenleri listeye alıp konuşmayı ya da konuşulmayı beklemek. En azından gidip gelirken iki sohbetin belini kırıp günlük konuşma ihtiyacının bir kısmını giderebiliyorum böylece. Kadınların günlük sarf etmesi gereken kelime sayısı oldukça yüksekti sanırım. Bu yüzden kotaya fazla yüklenme olunca bir garip his veriyor.


     Yazının buraya kadar olan kısmını işe başladıktan kısa bir süre sonra yazmıştım, yayınlaması bugüne kısmetmiş. Devamında ise fazla değişen bir şey olmadı. Olumlunun yanında olumsuz yanları da olsa gelişmeye çalıştığım bu yerde ki iş hayatım devam ediyor. İş bulamayan arkadaşlara hayırlı işler ve herkese güzel haftalar diliyorum. 

6 Şubat 2017

GÜN DOĞUMU



   Pazar sabahına ait bir gün doğumu. Pazar sabahı olmasının bir ayrıcalığı yok tabi. Güneş hep buradan doğuyor ve yine her zaman ki güneş. Tabi güneşe bakan insanlar her gün değişiyor. 7 sularında uyanıp camımdan etrafı izlemeye başladım. Kendime tatlı bir fon müziği açtım ve buna bir miktar kuş sesi eklendi. Sanki herkes uykuda, güneş bile henüz uykuda o saatlerde manzaram için. Etraf sislerle kaplı, hafif bir gölge var sadece ve sislerin arasında ne olduğu belirsiz. 

   Zaman ilerledikçe güneş ışıklarını saçmaya ve sisler aralanmaya başlıyor. Şehrin ışıkları ve gökdelenler saklandıkları yerden çıkıp kendini gösteriyorlar. Çok uzaktan sarı sarı gelip gidiyor ışıklar, birer ateş böceği gibi. Ateş böceği sesleri gelmese bile kuş sesleri artmaya başlıyor. Günün ilk ışıkları ile uyanıp istedikleri yere uçmaya başlıyorlar. Bir amaçları varmış gibi, bir yere varmaları gerekiyormuş gibi, korkusuzca... Hepsinin kedine has bir uçuşu var kimisi dümdüz yolunda giderken kimisi daireler çizip kendini rüzgara bırakıyor ve ona eşlik edenler oluyor. Tatlı ciklemeleri ile o sabaha bir mutluluk veriyorlar. 

   Güneş yükselmeye devam ediyor, gölgelerdeki gökdelenler tüm o şatafatlı ışıklarını söndürüp parlak yüzeylerinden güneş ışınlarını yansıtmaya başlıyorlar. Geceleri şatafatlı ışıkları ile yıldızları bizden uzaklaştıran gündüzleri de güneşten yansıttıkları sahte ışıkları ile gözlerimizi kamaştıran gökdelenler... Sisler gittikçe dağıldıkça apartmanlar ve gerçek şehir gün yüzüne çıkıyor. Bende aslında tüm bunları yaşadığım apartmanın çatı katından izliyorum. 

   Güneş doğduktan sonra her şey eski haline dönse bile o gün doğumunu izlemek, bir süreliğine farklı bir yerde farklı bir şehirde hissetmek tüm günü güzelleştiriyor. 

   Güneşin içinizi ısıtacağı güzel günlere...
   P.S: Manzara çektiğim fotoğraftan çok daha güzeldi. 




5 Eylül 2016

SEVGİLİM VAR TAKTİKLERİ

   
   Herkese merhabalar. Bugün sizlerle yine hayatınızı değiştirecek bir konu üzerinde konuşacağız.

   Sevgiliniz olduğunu belli edemiyor musunuz? Bu yüzden erkeklerin size karşı olan tavırlarından sıkıldınız mı? Nasıl söylesem, ayıp olur mu diye düşünüp duruyor musunuz? O zaman bu yazı tam sizlik. Bazı öneriler çok kolay olsa da bazılarının zorluk leveli oldukça yüksek  olacağından uygulamadan önce pratik yapınız. 

   ♥Sizinle plan mı yapmak istiyor, çok ısrarcı mı davranıyor? Meşgul olduğunuzu söyleyin ve buluşmaları kabul etmeyin. Elbet bir yerde canına tak edecek ve neyle meşgulsun kiminle buluşuyorsun gibi sorular yöneltecektir. İşte orada yapıştırın cevabı gitsin. Erkek arkadaşımla buluşacağım kkkk. 

  ♥Eğer sadece telefon üzerinde size yürümeye çalışıyor ya da plan yapmasanız bile okulda, derste, kafelerde sizi buluyorsa konuyu siz sevgili olayına getirmeye çalışın. Onun yanında sürekli telefonunuza bakın, mesajlar atın, mesaj gelince okuyup bıyık altı gülmeler yapın. Hiç olmadı telefonunuza sevgilinizle olan bir kapak fotoğrafı yapın yahu.

   ♥Havadan sudan konuşuyorsunuz ve arkadaş size yürümeye devam mı ediyor? Ondan aldığınız bu negatif enerjiyi onu yere sermek için kullanabilirsiniz. Yaaa senin sevgilin var mıydı sana bizim Merve'yi ayarlayalım diyin ve arkanıza yaslanıp seyredin.

   ♥Dürüstlüğünüzü de konuşturabilirsiniz tabii. Direk ya benim sevgilim var biliyor musun diyin gitsin. Hatta onları bir gün tanıştıracağınızı ve çok iyi anlaşacaklarını öne sürün. 

   ♥Tüm ihtimaller tükendiyse son çare yüzüğe başvurun. Tabi çok önerdiğim bir taktik değil ama oldukça etkili olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz.

   Yazılan tüm yöntemler biraz hayal gücü biraz haylazlık ürünüdür. Kafamda senaryoları yazılmış, oynanmış ve başarı ile sonuçlanmıştır. 

   Hepinize başarılar ve esenlikler. Fighting!!